H. İbrahim Özkurt / KLASİK ÖRGÜTLENME SİSTEMATİKLERİYLE KOMÜNAL YAŞAM İNŞA EDİLEMEZ
Önce, insanın yönetilmeye muhtaç bir canlı olmadığını bilmek gerekir. Çünkü insan, devletli yaşama geçince zora dayalı olarak yönetilmekle yüz yüze kalmış. İnsanlar önceleri on binlerce yıl komünal öz yönetimlerle kendi kendilerini yönetiyorlardı. Bu da gezegenimizdeki her insanın (Şayet hasta değilse) komünal yaşam sürecinde yetki ve sorumluluk edindiğini, toplulukla ilgili karar süreçlerine katıldığını gösteriyor. Aksi durumda on binlerce yıl komünal yaşam sürdüremezlerdi. Bu nedenle ve henüz vakit varken, devletli yaşama geçince kaybettiğimiz yetki ve sorumluluklarımızı yeniden üstlenmemiz gerekiyor ki, insan olmanın en temel vasfını yerine getirebilelim ve zamanımızın koşullarına uygun komünal yaşamı kurabilelim. Tabii, söz konusu yetki ve sorumluluğu alırken de hiç kimsenin etkisi altında kalmamalı, aldığımız yetki ve sorumluluğu özgün ve özgür irademizle yerine getirmeliyiz.
Politika yapan, yetki ve sorumluluk üstlenen bir insan sürekli öğrenme ihtiyacı da duyar, öğrenmek için çaba harcar ve cahil de kalmaz. Sorunların çözümünü temsilcilere havale eden ise, öğrenmek için çaba harcamadığı gibi sorumluluğu da üstünden atmış olur. Emirle ya da başkalarının aldığı kararları uygulayan böyle bir insan, en temel insan olma niteliğini yitirmiş bir köleden farksızdır da. Üstelik bir konuda birileri yetki ile kararlar alıp diğer insanları yönetmeye kalkarsa orada belli ki ortak bir çıkar birliği değil, yönetenlerin çıkarları söz konusudur. Türümüz politika yapmaksızın sadece yönetilerek daha ne kadar zaman yaşamını sürdürebilecek merak ediyorum. Ama şu kesin ki, politika yapmazsa doğal olmayan tarzda yok olup gidecek gibi görünüyor.
Burada bir parantez açarak Taylor’un, işçi sınıfının parça başı bant sistemiyle çalışmaya tutsak etmesinin altında yatan amacın; daha önce özgürce düşünen, tasarlayan ve bizzat üreten işçiyi, öz yapısından kopararak, söyleneni yapan, adeta makinenin bir parçasına dönüştürmek istemesindendir. Özellikle ikinci ve üçüncü kuşak ve daha sonraki ve günümüzdeki parça başı çalışan işçi sınıfı, düşünmeyen, olup bitenler hakkında farkındalığını tamamen yitirmiş, sendikasını dahi doğrudan yönetemez konuma sürüklenmiş, en kötüsü de devrimci özünü kaybetmiştir.
Klasik sol, nedense işçi sınıfının içine düşürüldüğü içler acısı konumdan kurtarılmasına yardım edeceği yerde, (ki, bu mümkün ve zorunlu) sendikalarda da partilerde de seçilmiş yönetim kurulları kanalıyla işçi sınıfını yönetmeyi seçmiştir. Son yıllarda toplu sözleşmeler bile ağalar tarafından işçilerden habersiz imzalanırken, partilerde örgüte ilişkin tüm kararları tam yetki ve inisiyatifle parti yöneticileri alır, üyeler ise alınan kararları sorgusuz sualsiz uygulamak durumunda kalır. İtiraz eden, özgür insan olmak isteyen olursa örgütle bağı kesilir. Çünkü temsili demokrasiyle işleyen mevcut örgütlerin yöneticileri kendilerine itaat eden, tabi olan üyeler ister. Örgütlerini iç sorun çıkmadan, kendi bildikleri doğrultuda yönetebilsinler. Varolan sol örgütler bu nedenle bölünür. Yani örgütün içinde itiraz edenler ayrılarak yeni bir örgüt kurarlar. Zamanla onun içinden de itirazlar başlar ve bölünmeler amip gibi sürekli birbirini izler. Bu nedenle ülkemizde Marksist kökenli yirmi beşin üzerinde parti var. Bunların tamamının kökeni TKP ve legal kanadı olarak kurulan TİP’e dayanır. Emeklilerin bile sekiz tane sendikası var. Çünkü partilere, arka bahçeleri olarak kendi üyelerince yönetilen, başta sendikalar olmak üzere başka örgütler gerekir.
KOMÜNAL YAŞAM ADINA YAŞANAN PRATİKLER
Komünal yaşam birilerince oluşturulan programların uygulanması da değildir. Zira uygulama sürecinde insanların karşısına çıkacak o kadar çok ve farklı sorun olacak ki, programlar buna çözüm getiremez. Bir örnek verirsem; Lenin 27 Mart 1922 günü yapılan on birinci parti kongresine partilerinin programları ile alakası olmayan bir rapor sunar ve der ki,” Rus devrimiyle kazanılmış olanlar geriye dönüşümsüzdür. Yeryüzündeki hiçbir güç Sovyet Devletinin yaratılmış olduğu gerçeğini silip atamaz. Bu tarihsel bir zaferdir… Tarihin en büyük buluşu yapılmış, proleter tipte bir devlet yaratılmıştır.”
Lenin aynı yılın 30 Aralık’ında “Milliyetler ya da Özerkleştirme sorunu” başlıklı raporunda ise, “Kendimizin diye adlandırdığımız bu aygıt aslında hâlâ bize oldukça yabancıdır. Bu aygıt bir Burjuva ve Çarlık karışımıdır.” demiştir. Zira devrimin ilk yıllarındaki başta Sol SD’ler olmak üzere diğer ortaklarını ve Sovyet tipi örgütleri ve diğer komiteleri bertaraf edip devleti de tek başlarına yönetemeyince, Çar’ın askerlerini ve diğer bürokratlarını göreve çağırarak devleti birlikte yönetmeye başlamışlardı. (Alıntılar ve daha fazlası için bakınız: Yusuf Zamir, 1917 Devriminde Devletçi Sapma, El, 2014)
Ayrıca devrim öncesinin Bolşevik programıyla karşılaşılan gerçek yaşamın ve çözülmesi gereken sorunların taban tabana zıt olduğu ortaya çıktı. Lenin devrimden hemen önce “İktidar Sovyetlere” dedi ama 3 ay sonraki (10 0cak 1918) sendikalar kongresinde daha önce şiddetle eleştirdiği Taylor’cu parça başı sistemini sendikalara kabul ettirdi ve İşçi Sovyetlerini işlevsizleştirdi. Devrimim hemen arifesinde zaten basını tamamen yasaklamıştı. Daha sonra Köylü ve Asker Sovyetlerini de bertaraf ederek tek parti ve tek adam diktatörlüğü olan ve adına sosyalizm dedikleri ceberrut bir devlet inşa edildi.
Uzatmayayım, insanlar yöneten-yönetilen mekanizmasına dayalı temsili demokrasiyi çöpe atıp, yetki ve sorumluluk alacağı, karar süreçlerine doğrudan katılacağı DOĞRUDAN DEMOKRATİK meclisler şeklinde örgütlenerek; yaşam alanlarında komünal öz yönetimler kurup, devletle hesaplaşamazsa komünal bir yaşam asla ve asla kurulamaz.
BİR ALINTI VE ALINTIYA DAİR YORUM
1 9 1 7 öncesi radikal siyasete henüz katılmış Moskovalı bir genç olan Eduard Dune, “Buna kitlesel hipnoz demek tam olarak doğru değildi, ancak kalabalığın ruh hali birinden diğerine geçen bir titreşim gibiydi, bir kahkahanın, neşenin ya da öfkenin kendiliğinden patlaması gibiydi” diyordu. “O sabah bu insanların çoğu, imparatorluk ailesinin sağlığı için dua ediyordu “ diye düşündü. Şimdi, “Kahrolsun çar!” diye bağırıyorlar ve “neşe dolu aşağılamalarını gizlemiyorlardı:’ (Murray bookchin, 1905’ten 1917’ye Rus Devrimleri, çev: Ali İhsan Başgül, Sümer, 2023)
Özne olmayan, yetki ve sorumlulukla donanmayan kitlelerin yaşattığı devrim ellerinden er geç gider.
Rusya’da Bolşevikler Şubat ile Ekim arası hızla örgütlenerek üye ve taraftar sayılarını alabildiğine çoğaltmışlardı. Ama bu üyelerin ezici çoğunluğu söz ve karar sahibi olacak niteliğe sahip değildi. Sadece Bolşeviklerin uygulamayacakları vaatlerine inanmışlardı o kadar. Yani “Kahrolsun Çar” diyen kitlelerin içinden gelenlerdi. Hulasa 1917’den birkaç yıl sonra iktidarı tek başlarına ele geçirmeyi başardılar ama vaatlerinin hemen hiç birisini yerine getirmediler. ÇEKA adlı örgütle farklı olan herkesi ortadan kaldırıldı. Zamanla tüm yetkileri beş kişiden oluşan politbüro ele geçirdi ve böylece tek adam diktatörlüğü başlatıldı.
Bir partinin kısa sürede böylesine çoğalmasının niteliksel değil niceliksel olduğu açık. Demem şu ki, bir gün önce krala dua eden insanlar bir gün sonra “kahrolsun kral” diyorsa bu insanların komünal yaşam adına asla söz ve karar sahibi olmaları mümkün olamaz. Olamayacağı gibi doğru ile yanlışı da ayırt edemezler, kandırılmaktan ve yönetilmekten kurtulamazlar. Çünkü böyle insanlar politik insan olamazlar. Politik insan olmak doğrudan yetki ve sorumluluk sahibi olunabilecek örgütlenmelerin içinde ‘dirsek çürütülerek’ elde edilir. Kısacası insanlar politika yapmamışlarsa iktidarı kim ele geçirirse geçirsin komünal bir yaşam kuruculuğunda başarılı olunamaz. Hulasa, komünal inşa temsili demokrasilerle işletilen klasik partilerin işi olamaz. Komünal inşa tek bir sınıfın işi de olamaz. Olsa olsa, Politika içinde yetki ve sorumluluklar yüklenmiş doğrudan demokrasiyi yöntem olarak içselleştirmiş emekçi büyük insanlığın ortak eseri olabilir.