Mustafa Alp Dağıstanlı / CHP’yi bekleyen görev
31/10/2025 10:00
Çorum’un Karakaya köyünde olanları duymadınızsa duyun: Çelikler Holding köyün dibinde taş ocağı açmak istiyor, köylüler direniyor, şirket jandarmayla geliyor, devletin silahlı gücüyle.
Gözlerimizin önünde ağaçlarımızı, su kuyumuzu talan ediyorlar.
Talancı @CeliklerHolding’in gerçek yüzünü görün. Kazandıkları milyonlar için söndürdükleri yaşamları görün.#KarakayaDireniyor pic.twitter.com/JpmEse3h6R— Karakaya Direniyor (@karakayadirenis) October 27, 2025
Türkiye’de 85000 bin taş ocağı var, seksen-beş-bin.
Çok yaygın başka bir şeyi daha görüyoruz Karakaya’da: ordunun şirketlerin emrine verilmesi. Doğayı yokedecek şirketlerin sahipleri, karşı çıkan yerel yöneticilere, yetkililere, halka “Boş yere itiraz etme, askerle gelirim!” diyor. Bir yerel yöneticiden kendi kulağımla duydum. “Ben Cizre’de, Şırnak’ta HES yaptım, burda mı yapamayacağım?”
Taş ocağı ve HES değil ki sadece, orman talanı, dereleri betonlama, rezerv alan ve asıl önemlisi, maden şirketleri dört bir yana saldırıyor. Yeni maden yasasıyla saldırılar katlanarak artacak, nadir metaller nadide doğayı cehenneme çevirecek. Kapitalizm bunu gerektiriyor, neoliberalizm de kimsenin gözünün yaşına bakmayacak. Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü (MAPEG) her gün onlarca ruhsat dağıtmaya başladı.
Türkiye’deki en yaygın, en derin, en dehşetli sorun, ekolojik yıkım. Her kasabada, her köyde bir yıkım projesi var, olmayanlarda da olacak. Bünyad Dinç’in Facebook’ta dediği gibi, Anadolu ölüyor, Trakya da.
Medya saldırılara yetişemez vaziyette, sosyal medya hergün yeni saldırılarla doluyor. Yeni yıkım görüntüleri, feryat eden insanlar…
İktidar/sermaye yaşanacak toprak bırakmayacak
Gazze’de gözlerimizin önünde soykırım suçu işleniyordu, soykırıma gözyumulmasına isyan ediyorduk. Türkiye’de doğaya olan da bu: ülkenin dört bir yanında saldırı var, tanklarla uçaklarla, bombalarla değil de buldozerlerle, kepçelerle, kamyonlarla, dinamitlerle, kimyasallarla. Saldırıya uğrayan köyler isyan ediyor, direniyor, feryat ediyor ve büyük bir kitle çaresizce bakıyor, etkili yetkili olanların bir kısmı düpedüz suç ortaklığı ediyor, öbürleri de seyrediyor. Anadolu ölürken, Trakya ölürken.
İktidar/sermaye üzerinde huzurla yaşanacak toprak bırakmayacak. İrili ufaklı beton kentlere tıkılacağız. (Arena for Journalism in Europe tarafından Norveç Doğa Araştırma Enstitüsü ve 11 medya kuruluşuyla ortak yürütülen araştırma‘ya göre, Avrupa’nın en fazla yeşil alan kaybeden ülkesi Türkiye.) Oralarda da gönül rahatlığıyla soluyacak hava, yiyecek gıda, içecek su bulamayacağız. Zeytinlikler sökülüyor; çaylıklar, fındıklıklar da sökülecek… Bu kadar büyük saldırıyı tarih boyunca görmedi bu topraklar.
Böyle bir durumda yapılacak tek şey öz-savunmadır; ülkenin dört bir yanında boyveren gruplar işte bunu yapıyor: Akbelen’de, Arhavi’de, Boyabat’ta, Kazdağları’nda… Bu öz-savunmalar kendi yörelerinde güçlenmeli tabii, ama bu yetmez, bileşik bir mücadele gerekir. Mustafa Kemal’in meşhur sözü, o sözün edildiği dönemden daha çok bugün için geçerli: “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır, o satıh bütün vatandır.”
CHP için fırsat
Böyle bir durumda anamuhalefet partisi CHP için bu meseleyi odağa almaktan daha büyük bir görev, daha ağır bir sorumluluk, zorbalıkta sınır tanımayan iktidarı zorlamak için daha iyi bir fırsat yok. Bu saldırıyı göğüslemeyi bir yana bırakarak, ikincil konuma düşürerek demokrasi mücadelesi verilemez.
Öbür ağır sorunları yoksayıyor ya da küçümsüyor değilim: demokrasi diye bir şeyin kalmamış olması, kayyum rejimi, Kürt meselesi, hayat pahalılığı, ekonomi… İnsanlar bu iri sorunlardan kaçış için, siyasi meşreplerine göre, şu ya da bu gerekçeyi ileri sürebilir, sürüyor. Partiler-aşırı ve ertelenemez tek sorun doğa kırımı. Akbelen’de zeytin ağaçlarına sarılanların ya da başka bucaklarda mücadele edenlerin bazıları muhtemelen AKP’ye, MHP’ye oy vermişti seçimlerde. Dolayısıyla doğa mücadelesini öbür bütün mücadelelerin bileşkesi yapmak gerekir. Ayrıca, unutmayalım, doğa kırımı da sınıfsal bir meseledir, sermayenin saldırısıdır.
Bu sorunların içinde bir bakıma en yakıcısı, gündelik hissettiğimiz hayat pahalılığı, yoksullaşma. “Doğar aç midelerden nur topu gibi ihtilaller” (Faruk Nafiz Çamlıbel), doğar da … aç mideleri için sokağa inmiyor bugün insanlar; kesilecek ağacı, yokedilecek tarlası, köyü, toprağı için ayaktalar, isyandalar.
Muhalefetin ‘sahipleneceği’ hazır direnişler var yani, sahiplenip birleştireceği, büyüteceği, sonuç almak için yönlendireceği. Bunu da ancak CHP yapabilir, en yaygın örgütlenmiş parti olduğu için, en büyük muhalefet partisi olduğu, en büyük kitleleri seferber edebileceği için. Meclis’teki öbür partileri de alarak, yerel örgütlerini seferber edip irili ufaklı yerel direnişlerle irtibat kurarak, o direnişleri ilmikleyerek, kırsal direnişi kentlere taşıyarak becerebilir bunu.
Seçim seçimden önce kazanılır
Peki CHP bu işe sıvanır mı?
Sıvanmazsa kendi kuyruğunu yakalama oyununa devam edecek. Bu oyunu AKP-MHP iktidarı kurdu, oynatıyor – hem CHP’yi hem DEM Parti’yi/PKK eksenindeki Kürt hareketini. Oyun oyalama niteliğini kaybetmesin, muhalefet kuyruğunu yakalama debelenmesinden kurtulup iktidarı hırpalayıcı gerçek bir mücadeleye girişmesin diye yeni aktörler, yeni entrikalar sürüyor ortaya. İşte en son casusluk dolabı, medyaya kayyum. Kürt hareketi için şimdilik bunlara gerek yok.
CHP 19 Mart’ta öğrencilerin izinden giderek bu kendi kuyruğunu yakalama oyununu bozup kendi oyununu meydana sürebilirdi, yapmadı ve kaybetti. (Bunun nasıl olduğunu şurada anlatmıştım: Irmağın dili – gölün dili.) Bütün Türkiye kaybetti. Onun yerine rutine bağlanmış -Özgür Özel’in ifadesiyle- ‘miting değil eylem’ gösterilerine abandı. Altmış bilmem kaçıncısı şu sıralarda biryerlerde yapılmıştır herhalde. Bu ‘miting değil eylem’ müsameresinin –Recep Erdoğan’ın deyişini bu bağlamda kullanalım– bu ‘kantin solculuğu’nun iktidarı zorlamadığı rahatsız etmediği ortada.
Bu yolla ne İmamoğlu çıkabilecek, ne öbür belediye başkanları, ne de başka herhangi bir gelişme olacak. Böyle ipini koparmış, sınır tanımayan, şeytana pabucunu ters giydiren, Recep Erdoğan’ın konvoyuna laf etti diye insanları tutuklayan bir rejimi pısırık gösterilerle ahaliyi oyalayıp bekleyerek altedemezsiniz seçimde. Seçim de seçimden önce kazanılır çünkü. Oy verme gününü beklemek, “Kendine güveniyorsan hadi var mısın erken seçime gidelim” mıymıntılığıyla yetinmek muhalefet etmek değildir, siyaset yapmak da değildir. Bunlar iktidarı bir şeye zorlamaz, seni komik duruma düşürür. Sembolik hareketler yapılabilir, somut adımlarla peşini getirmek kaydıyla.
Islık çalıp geçiştirmemeli bu çağrıyı
Neyse işte, CHP iktidarı zorlama, rahatsız etme fırsatını, imkanını 19 Mart sonrasında kaçırdı. Yaşam alanlarını savunma mücadelesini odağa alarak, onun etrafına demokrasi mücadelesini de örerek inisiyatifi ele alabilir, ancak böyle alabilir. Ama bu, bir iki mücadele alanına arasıra bir iki milletvekili göndererek olamaz. CHP varıyla yoğuyla ülke savunmasına girişmeli, bu savunmayı örgütlemeli. Bir gün bile gecikmemeli, çünkü sermaye-saray-ordu üçlüsü telafisi imkansız tahribat yaratıyor gün be gün.
CHP 19 Mart’ta öğrencilerin sesini dinler gibi yapmış, Saray huzursuzlanmış, iş büyürse ne yapacağını düşünmeye başlamıştı. CHP yelkenleri suya indirip Saray’ı kurtardı. Şimdi de Anadolu’nun çeşitli yerlerinden çağrı var, CHP havaya bakıp ıslık çalarak geçiştirmemeli bu çağrıyı. İmamoğlu için halkı Saraçhane’ye, Çağlayan Adliyesi’ne çağırmayı nasıl biliyorsan, halk seni çağırdığında gitmeyi de bileceksin, öğreneceksin. Asıl sen gideceksin, sen vekilsin. Asil sizi göreve çağırıyor.