Doğrudan Demokrasi DeneyleriÖzyönetimsosyalizimin sorunlarıTarihten bugüneToplumsal Değişim

İbrahim Özkurt / 1917 DEVRİMİNİN 107. YILINDA BİZ DE BİR ŞEYLER YAPMALIYIZ.

Dünya, kritik zamanlardan geçiyor. Neo-liberalizmin ürettiği tek adam rejimleri büyük para ve  mülk sahibi sınıflar adına emekçi büyük insanlığa ve doğaya geri dönüşü olmayan zararlar veriyor.  Komünal bir yaşam adına mücadele ise yerlerde sürünüyor. Zira, klasik örgütlerin iç işleyişleri ve mücadele yöntemleri gidişatı yavaşlatmaya bile yetmiyor. 1917 Devrimi’nin özneleri olan Sovyet örgütlenmelerine benzer örgütlenmeleri sol nedense gündemine dahi almadı. Bu nedenle alışılmış örgütlenme sistematiklerini ve mücadele yöntemlerini radikal bir anlayışla gözden geçirmenin ve yeni koşullara göre örgütlenme ve mücadele yöntemleri üretmenin zamanı geldi ve geçti demekteyim.  Kısacası elimizi çabuk tutmak zorundayız diye düşünüyorum.

Ülkemiz yönetimi ise, yasa masa tanımaksızın kayyum uygulamaları ile yeni bir hamle daha yapmış durumda. Doğa katliamı ve talanı ise doludizgin sürdürülüyor.  20 yıl önce dağlardan bir tane kozalak almak bile suçken, şimdi tekeller (devletin korumasıyla) dağları taşları talan etmekte. İşçi ve diğer Emekçilerin durumu ortada. Tarım ve hayvancılık küresel tekeller lehine bitirildi. Eğitim ve sağlık ise perişan durumda. Çocuklarımız uyuşturucu bataklığında debeleniyor. Kısacası tuz kokmuş vaziyette. Demokratik güçlerin verdiği hukuki ve protesto siyasetleri ile söz konusu kepazelikleri durdurmak ve geriletmek mümkün olmadı. Bu nedenle eski yöntemleri yeniden devreye sokmanın bir yararı olmayacağı aşikâr.

 O HALDE NE YAPMALIYIZ?

Önce eylem türünden başlayayım. Bence; demokratik güçler, Emekçi halka ülkenin tüm belediyelerinin meydanları doldurması için ortak çağrı yapmalı ve tüm meydanlar aynı anda doldurulmalı. Halk, meydanlara tava tencere ile mi, davul zurna ile mi gelecek, ne slogan atacak, kendisi karar versin. Zira bugüne kadar ne yapması gerektiğini ne slogan atacağını hep profesyonel devrimciler söyledi. Kürsüler kurulmalı ve kürsülerde profesyonel politikacılar değil, halkın kendisi konuşmalı. Konuşmak isteyen profesyonel politikacılar profesyonel gömleklerini çıkardıklarını ilan ederek yurttaş kimlikleri ile konuşmalı. Malum, gömlek çıkaranlar başarıyor. Mevcut siyasi partiler asla kendi flama ve bayrakları ile katılmamalılar meydanlara.  

Sol  bir şey yapacaksa ki, elbette yapmalı, meydanları dolduran halka, önceden tespit edilen mekânlarda buluşarak gidişatı durdurmak ve özörgütlenmeyi tartışmak ve müzakere etmek üzere çağrı yaparak toplantı buluşmaları örgütlemeli. Toplantılarda asla kimse örgüt kimliği ile konuşmamalı. Zira süreç içinde evcilleşen emekçi büyük insanlık inançların, ideolojilerin, şeflerin, liderlerin, partilerin peşinden gitmekte, özne olamamakta, politika yapamamakta ve özgürleşememekte. Bu nedenle, söz konusu eylem ve toplantılarla emekçi insanların özgürleşmeye adım atacağını ve politik insan olmaya olanak tanıyacağını asla unutulmamalıyız.

Halkın yönetime katılımına çalışılmalı

Demem şu ki, sol, halkı yönetmeyi bırakıp halkın kendi kendisini yönetmesine, doğrudan politika yapmasına ve ademi merkeziyetçi özörgütlenmeye yardım etmeli, önayak olmalı. Toplantılarda Sovyetler Birliği’nde ve diğerlerinde olduğu gibi parti iktidarları için değil, halkın özyönetimi için  HALK MECLİSLERİNİN kurulmasını önermeli. Akabinde, her mahallede meclislerin oluşması tartışılmalı. Yanı sıra çalışma alanlarında İşçilere ve sendikalarına alternatif olarak işyeri meclisleri önerilmeli. Yetmez, başta KADIN MECLİSLERİ olmak üzere gençlik meclisleri, emekli meclisleri, esnaf meclisleri gibi meclislerin kurulması önerilmeli ve tartışılmalı. Sanırım sözünü ettiğim meclisleşmenin, Rusya’da 1917 devriminin özneleri olan ve DOĞRUDAN DEMOKRASİ ile işleyen Sovyet tipi örgütlenmenin benzerinden, hatta fazlasından söz ettiğim anlaşılmıştır.

Yerel yönetimleri güçlendirme

Ne dersiniz? Sovyet tipi örgütlenmelerin zamanı gelmedi mi? Günümüzün komünistleri, Rusya’da olduğu gibi “iktidar işçilere” deyip, kendi iktidarlarını amaçlamak yerine, Halk meclislerinin özyönetimini amaçlamakla kalmamalı, gerçekleşmesi için çabalamamalı mı? Üstelik, önerdiğim MECLİSLER, yerellerin ademimerkeziyetçi özyönetimi içindir. Bu da demektir ki, devletçiliğin ve parti iktidarcılığının terk edilerek (ki, üstelik devletçilik toplumsallık değildir.)  halk, doğrudan yerelleri yöneterek (buraya dikkat) toplumsallığın yegâne inşa alanları olan yerelleri doğrudan yöneterek  toplumsallık inşa edebilir. Ayrıca, devlet denen kurumları sadece profesyonel ve ücretli temsilciler yönettiği için toplumsallaştırmazlar. İsteseler bile toplumsallaştıramazlar. Zira temsili demokrasi ile toplumsallık inşa edilemez. Çünkü toplumsallık doğrudan emekçi halk kanalı ile gerçekleşir. Devlet de doğrudan yönetilemeyeceğine göre toplumsal devlet olamaz. Kısacası, sosyalist devlet ya da komünist devlet olamaz. Üstelik, Marks hiçbir yazısında komünizm öncesi sosyalist bir devletten söz etmez. Komünizmi devletin sönümlenmiş hali olarak ifade eder.

Lenin ise, her ne kadar “iktidar Sovyetlere” demiş olsa da ele geçirdiği iktidarını sürdürebilmek adına en tehlikeli gördüğü işçi Sovyetlerini imha eder. Bunun ilk hamlesi olarak da 10 Ocak 2018 sendikalar kongresinde, işçi sınıfını Taylorcu parça başı bant sistemi ile çalışmaya mahkûm eder. 1922 yılına gelindiğinde ise, “…Kendimizin diye adlandırdığımız bu aygıt aslında hâlâ bize oldukça yabancıdır. Bu aygıt bir burjuva ve Çarlık karışımıdır”  (V. İ. Lenin, “Milliyetler ya da ‘Özerkleştirme’ Sorunu”, 30 Aralık 1922) diyerek inşa ettiği rejimin ne menem bir rejim olduğunu itiraf eder. Bakınız Yusuf Zamir’in Devletçi Sapma kitabı. 

Devletçiliği savunarak halktan, emekçiden yana olunamaz

Demem şu ki, devletçi komünistler olarak paradigmayı değiştirmez, halkın komünal özyönetimlere dayalı komünler federasyonu şeklinde devletleri parçalamasına yardımcı olmaz, önayak olmazsak dibin dibine gömülmeye mahkûm olduğumuzu anlamalıyız. Bir an evvel halkın özgücüne güvenmeli, gölge etmeyi bırakıp halka sadece yardımcı olmayı seçmeliyiz. Zira söz konusu ademimerkeziyetçiliği bizzat kendi özgücüyle başlatmayan emekçiler, devrim bile gerçekleştirilse toplumsal, komünal bir yaşam inşa edemezler, aksine, profesyonellerin yönettiği örgütlü partilerin yönetimleri ortaya çıkar ve komünizm yine başka baharlara ertelenmiş olur. Dünyamızın buna vakti yok gibi. 

Marcello Musto’nun Karl Marx’ın Son Yılları-Entelektüel Bir Yaşam Öyküsü (Yordam Kitap 2021) adlı kitabından, Marks’ın bir tespitini paylaşarak noktayı koymak istiyorum. Marks, “Gerçekten de kapitalizmin oransal olarak dünyadaki en kalabalık fabrika işçisini yaratmış olduğu ama kısmen sömürgeci yağma sayesinde daha iyi yaşam koşullarına kavuşan işçi hareketinin giderek zayıfladığı ve sendikal reformculuğun olumsuz koşullandırmasına maruz kaldığı Britanya’ya kıyasla, Rusya’nın bir devrim üretme olasılığı daha yüksek görünüyordu” der. Önceleri, “Avrupa’da bir hayalet dolaşıyor” diyen Marks, demek ki zamanla düşüncelerini değiştirebiliyor ve değiştirmekten gocunmuyor.  Aslında Marks, Dünya devrimi ihtimalinden de vazgeçiyor. Zira Biritanya’da ya da Avrupa’da devrimci durum yokken, Rusya’da olduğunu beyan etmek tek ülkede devrim olabileceğini kabul etmek değil de nedir? Üstelik günümüz komünistleri, zamanında Marks’ın söyledikleri ile değil de Marks bugün yaşasaydı acaba ne derdi, diye kafa yorsalar olmaz mı?

Yeni koşullara göre yeni düşünceler üretilmeli

Ne dersiniz?  Emperyalist kapitalizmin neoliberal aşamayı dahi geride bırakıp, yapay zekâ teknolojisini devreye sokma aşamasındaki, zaten devrimci özünü yitiren günümüzün 3.4.5. kuşak proletaryasının Dünya devrimini gerçekleştirme olasılığı kaldı mı dersiniz? Ama emekçi halkın, yerelleri ademimerkeziyetçi tarzda yöneterek devleti sönümleme olasılığı var. Hem de çok güçlü. Dünya’daki belediyeler bir bir emekçi halkın ademi merkeziyetçi (devlet merkezinin gücünü azaltma ve yerel yönetimlerin yetkilerini artırma) özyönetimine geçmeye başlarsa, muhtemelen devletler emekçi halka karşı saldırı başlatır ve Dünya devrimi bile yaşanabilir. Yeter ki komünistler de Marks gibi kendilerini yenilemeyi bilsinler.

İlgili Makaleler

Bir Yorum

  1. “Şunu da belirtmeliyim ki, Şubat’ı “burjuva devrimi”, Ekim’i “proleter devrimi” olarak kavramsallaştıran Ortodoks Leninist yaklaşım da tam bir çarpıtmadır. Şubat ve Ekim diye iki ayrı devrim yoktur. Şubat Devrimi, Temmuz Ayaklanması ve Ekim Devrimi, yaklaşık bir yılı kapsayan kesintisiz bir devrimci süreçtir. Şubat’ta otokrasiye karşı özgürlük için ayağa kalkan işçi, asker ve köylüler, Temmuz’da savaşa; Ağustos-Eylül’de Kornilovcu karşı-devrime, Ekim’de de karşı-devrimci güçlerle işbirliği halindeki Geçici Hükümet’e karşı ayağa kalkarak devrimini gerçekleştirmiştir. Bu devrim, ne bir“burjuva demokratik” ne de salt bir “sosyalist devrim”di. Bu, toplumsal özgürlük ve eşitlik yolunda bir ezilen sınıflar devrimiydi. Kendi Sovyet organları aracılığıyla yeni devrimci süreçlerde ilerleme potansiyeline sahipti. Eğer yolu Bolşevik karşı-devrim tarafından kesilmeseydi, girilen yeni süreçte, büyük ihtimalle, kendi Sovyetleri aracılığıyla oluşturduğu “sosyalist koalisyonu”, Şubat’tan sonra olduğu gibi, özgürlük, barış ve eşitlik yolunda önüne katıp iteklemeye, bu “koalisyon”la bazen işbirliği, bazen mücadele halinde devrimin daha ileri aşamalarına ilerlemeye devam edecekti. Bu anlamda Bolşevik karşı-devrimin, Rus işçi, asker ve köylülerinin ve onların Sovyetlerinin, sosyal devrimin yolunu kesip tek parti diktatörlüğü kurması, 1917 Büyük Rus Sosyal Devrimi açısından, gerçekten de çok talihsiz bir olay olmuştur.” (Gün Zileli, 1917-1918 Rusya’da Devrimden Tek Parti Diktatörlüğüne, Bilim ve Sanat, 2019, s. 122-123

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu