Tarihten bugüne

İbrahim Özkurt / Bu Çağrı Bizim…

Marks ve Engels 1848’de devrimci bir potansiyelin olduğuna kanaat getirmeselerdi “Avrupa’da bir hayalet dolaşıyor” demezlerdi. Ama devrim olmadı.

Birinci paylaşım savaşı sonrası Rusya’da yaşanan devrim Avrupa’da da bekleniyordu ama devrimci potansiyel olmasına karşın Avrupa’da devrim yine olmadı. Daha sonraki devrimler hep gelişmiş kapitalist ülkeler yerine az gelişmiş ülkelerde yaşandı. Oysa teori gelişmiş kapitalist ülkeleri işaret etmekteydi. Bunların nedenleri hâlâ yanıt beklemekte. Yanıt bekleyen diğer bir soru ise, yaşatılan sosyalist rejimlerin çöküş nedenleri.

 Bu sorulara bir soru daha ekleyebiliriz. Günümüzde kapitalizmin tüm gezegeni kaplamasına karşın neden devrimci bir potansiyelin mevcut olmadığı.  

Önceki sorularımı önyargısız tartışarak sağlıklı sonuçlara ulaşabiliriz diye düşünüyorum. Son sorumun yanıtını ise, çöküşün yarattığı travma ve umutsuzluğun tüm emekçi insanlığı zehirlemesine ve solun geçmişten dersler çıkararak gerçekçi örgütlenme sistematiklerini üretememesine bağlamaktayım. Zehrin atılarak umudun yeşermesi, çöküşün nedenlerinin açığa çıkarılması örgütlenme sorununun çözülmesine bağlı.

Kısacası, emekçiler doğrudan demokratik özörgütlenmeler üretemezlerse yaşananların öznesi değil seyircisi olarak komünal bir gelecek inşa edemezler. Üstelik emekçi sadece mevcut kapitalist sistemi yıkmak için değil, geleceğin inşasını doğrudan üstlenebileceği tarzda örgütlenmeli ki, olası bir devrim ellerinden çalınıp daha öncekiler gibi temsilcilere ikram edilmesin.

Bunun için burjuvaların kendi egemenlikleri için peydahladıkları ve emekçi halkın seyirci olduğu temsili demokrasi yerine, türümüzün doğasına en uygun ve gerçek demokrasi olan doğrudan demokratik özörgütlenmelerin üretilmesi gerekiyor diye düşünüyorum. Böylece devrim ve komünal inşa emekçilerin kendi eserleri olabilsin. Böylece emekçi insanlık kendi eserlerini sahiplenip her tür karşı hamleyi savuşturabilsin. Bunun aksini iddia edenler emekçilerin reel sosyalizmin çöküşüne neden engel olamadıklarının ve kurucu özne olamadıklarının yanıtını veremezler.

Ülkemize gelirsek:

Ülkemizde sayısını tam olarak bilmediğim yirminin üzerinde temsili demokrasiye göre örgütlenmişklasik, devletçi-iktidarcı sol parti mevcut. Yani yeni bir şey söylemeyen, yeni projeleri olmayan, daha önce reel sosyalizmi kurmuş ve çöküntüye engel olamamış partilerin benzerleri. Ayrıca klasik anlayışta Marksist ve Anarşist onlarca grup var. Bunların yanı sıra özinsiyatife dayalı bir dizi ekolojik örgütlenmeler de mevcut.  Bu örgütler her ne kadar özinsiyatiflere dayalı da olsalar da bazılarını çekip çeviren mevcut partilerin görevli elemanları. Bu nedenle aralarında bağlar kurarak ortak hareket etme iradelerinden yoksunlar. Burjuvazi ise pervasızca doğa talanına devam etmekte. Hukuk yolu ile elde edilen kazanımları ve protesto siyasetlerini etkisiz hale getirmeyi başarmakta. Yani kapıdan kovulsalar da bacadan, pencereden giriyorlar. Diğer toplumsal mücadelelerin durumu ise herkesin malumu.

Oysa bu tabloyu değiştirmek, özel mülkiyetin ve devletin olmayacağı komünal bir yaşamı inşa etmek mümkün. Bunun başarılabilmesi için giriş yazımızda da belirttiğimiz gibi, mevcut ekoloji örgütlerinin yanı sıra tüm yaşam ve çalışma alanlarında doğrudan demokratik özörgütlenmeler (MECLİSLER) kurmak gerekir. Söz konusu meclisler aralarında dayanışma ve karşılıklı yardımlaşama ağları kurarak devlete ve sermayeye karşı komünal özyönetimlerin inşasını başarabilirler. Amaç, devleti ele geçirmek değil, yerellerde özyönetimler inşa ederek devleti adım adım sönümlemek olmalı. Zaten komünizmde de devlet sönümlenince tüm yaşam alanları olan köyleri, kasabaları ve kentleri emekçi halk doğrudan kendisi yönetmeyecek mi? O halde bunu sonra değil şimdiden aşağıdan, yerellerden başlayarak başarabiliriz. Yerellerde özyönetimler inşa edilince devleti özyönetimlere dayalı komünler federasyonu şeklinde emekçi büyük insanlığın toplumsal-ekolojik dünyasına dönüştürerek sönümleyebiliriz.  Aksi halde “bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete.”

Karar sizin, hepimizin.  Neden geçmişin başarısızlıklarını sorgulamaksızın çöküşe “yenilgi” diyerek farklı sonuç alınacakmış gibi aynı yol ve yöntemlerde ısrar ediyoruz? Üstelik ideolojilerden yararlanmak ve yaşanan bunca deneyden dersler çıkarmak şimdi daha kolay. Yeter ki, özgür irademizle çözümler üretmeyi, önyargısız, karşılıklı müzakere süreçleri başlatmayı başarabilelim. Üstelik uzun vadeli program insanları böler. Bu nedenle her sorun gündeme geldiği zaman müzakere edilmeli, kararlaştırılmalı ve pratiği yaşanarak elde edilen sonuca göre davranılmalı. Zira amacımızı biliyoruz.

Halk aspirini “her derde deva” olarak bilir. Biz de yaşam ve çalışma alanlarında özyönetimler için doğrudan demokratik meclisler şeklinde örgütlenmeyi her derde deva diye düşünmekte, tartışma ve müzakere süreçlerine herkesi davet ederek dertlere deva olmayı umut etmekteyiz.

Ben meclislerin ve özörgütlenmelerin koordinasyonuna yönelik örgütlenmeyi de müzakerelerle birlikte kurgulayarak geriye dönüşü olmayan bir yola girebiliriz diye umut ediyor ve sizleri önce tartışma sürecine sonra da yüz yüze müzakere etmeye çağırıyorum.

3 Temmuz 2024

4 Yorum

  1. Arkadaşlar Merhaba;

    Böyle bir çalışmanın başlatılması, doğrudan demokrasi düşüncesinin günlük yaşamda kullanılması ve daha geniş kitlelere ulaşması açısından önemli bir işlev göreceğini düşünüyorum.

    İşleyişinde doğrudan demokrasinin uygulandığı, katılımcıların kendi egemenlik haklarını bir başkasına devretmeden kendilerinin kullandığı ‘Meclis’lerle günlük yaşamın dayattığı sorunların çözülmesi ve daha yaşanabilir bir mahalle/kent için çalışmalar yürütmesi elbette mümkün. Bu giderek bireylerin çok yönlü kendilerini geliştirmeleri ve yetkinleşmelerinin de önünü açacaktır.

    Yazınızda belirtildiği gibi çok uzun programlar etrafında insanları toplamak zor. Kendi kafamızda kurguladığımız olası sorunları ve çözüm biçimleri tartışmak yerine (kafamızdaki sorunlar) yaşamın dayattığı gerçekçi sorunlarla uğraşmak ve konuda o sorunları yaşayanları harekete geçirmek elbette daha kolay olacak.

    Yaşadığım mahallede böyle bir ‘Mahalle Meclisi’ çalışması yürütmeye çalışıyoruz. Kent Konseyine bağlı… Tabii yukarıda sizin tanımını yapmaya çalıştığınız çalışmayla birebir örtüşmese de mahallenin sorunlarından yola çıkılarak ve yine sorunun sahipleriyle çözüm yollarının tartışılıp başta yerel yönetim ve ilgili kurumlara baskı oluşturularak çözümler üretilmeye çalışıyoruz.

    İş üzerinden tartışmaların ve uygulamaların artması umuduyla…!

  2. “Kadin Cinayetlerini Durduracagîz platformu” olarak her sehirde “Kadin Meclisleri” ni òrgùtledik. Bu gìrişimi de destekliyorum ve olmasi gerektigine inaniyorum.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu